Mao Zedong

Mao Zedong, Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) 1935’ten başlayarak fiili liderliğini, 1943’ten ölümüne değin de resmen başkanlığını yap­mış, Çin’in önde gelen Marksist kuramcı, asker ve devlet adamı (d. 26 Aralık 1893, Shaoshan, Hunan, Çin – ö. 9 Eylül 1976, Pekin, Çin Halk Cumhuriyeti ).

ÇHC’nin (Çin Halk Cumhuriyeti) kurulmasıyla sonuçlanan devrim mücadelesine önderlik etmiş, ölü­müne değin ülkesindeki gelişmeleri derin­den etkileyerek yeni Çin’in başlıca mimarı olmuştur.

Çocukluk yılları

Önceleri yoksul köylü olan babası tahıl ticaretiyle zenginleşerek orta köylü konumuna yükseldi. Mao sekiz yaşındayken ilkokula başladı. Burada Kon­füçyüs Klasikleri’ne ilişkin temel bazı bilgi­ler edindi. Okuldan 13 yaşındayken ayrıl­mak zorunda kaldı ve babasının toprağında çalışmaya koyuldu. Ama bir süre sonra babasının baskıcı tutumuna isyan ederek, eğitimini sürdürmek için eyalet merkezi Changsha’ya gitti. Orada Liang Qichao ve Sun Yat-sen(*) gibi reformcuların görüşle­rinden etkilendi. Bu yolla Batı’dan gelen yeni düşüncelerle tanıştı. Devrimci düşünce­leri henüz incelemeye başladığı sırada, 10 Ekim 1911’de Wuchang’da Mançu haneda­nına karşı bir ayaklanma başladı. İsyan iki hafta içinde Changsha’ya yayıldı. Devrimci orduya yazılan Mao altı ay askerlik yaptı. Bu ilk askerlik deneyimi 1912 ilkbaharında yeni Çin Cumhuriyeti’nin doğuşuyla sona erdi.

Bundan sonra çeşitli okullara giren ve Batı liberal geleneğinin klasiklerini inceleyen Mao, 1918’de Changsha’daki Birinci Eyalet Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Çin tarihi, edebiyatı ve felsefesinin yanı sıra Batı düşüncesi’ni de kapsayan yoğun bir eğitim gördüğü bu okulda, aynı zamanda ilk siya­sal deneyimini yaşadı. Çeşitli öğrenci örgüt­lerinin kuruluşunda etkinlik gösterdi. Bun­lardan en önemlisi, daha sonra üyelerinin çoğu Komünist Partisi’ne katılacak olan Yeni Halk Araştırma Derneği’ydi.

Mao Changsha’dan sonra Pekin Üniversi­tesi’ne gitti ve altı ay kütüphanede çalıştı. Burada, ÇKP’nin kuruluşunda başlıca rolü oynayan Li Dazhao ve Chen Duxiu’nun düşüncelerinden etkilendi. Çin tarihindeki önemli değişikliklerin başlangıç noktaların­dan biri olan 1919’daki 4 Mayıs Hareketi de tam bu sırada gerçekleşti. Dar anlamda 4 Mayıs Hareketi, Shandong eyaletindeki Al­man nüfuz bölgesini Çin’e iade etmektense Japonya’ya vermeye ilişkin Paris Barış Kon­feransı (1919) kararına yönelik öğrenci gösterilerine verilen addır. Daha geniş bir açıdan, 1915’te başlayan hızlı kültürel ve siyasal değişimin bu hareketle yeni bir ivme kazandığı, Çinli aydınların ülke sorunlarının çözümünde Batı liberalizmine sırt çevirerek Marksizm-Leiıinizmi benimsedikleri ve so­nuçta, 1921’de ÇKP’nin kurulınası yolunun açıldığı söylenebilir. Mao 1919 yazında Changsha’da öğrencilerle esnafı ve işçileri bir araya getirmeyi amaçlayan derneklerin kurulması için çalıştı. Yazılarında dünya çapında “kızıl bayraklı ordu”ya ve Rus Devrimi’nin zaferine göndermeler yapmak­la birlikte, devrimin felsefi temeli olarak Marksizme ancak Ocak 1921de bağlana­caktı.

Mao ve Çin Komünist Partisi

Mao Eylül 1920’de Lin Changsha’daki ilkokulun baş­öğretmeni oldu. Aynı kış eski ahlak hocası­nın kızı Yang Kaihui ile evlendi. 1921’de ÇKP’nin birinci kurucu kongresine katıldı. 1923’te Komünist Partisi Sun Yat-sen’in Kuomintang’ıyla güç birliğine girince, Mao Kuomintang içinde çalışmaya başlayan ilk komünistlerden oldu. Şanghay’da Kuomin­tang Yürütme Komitesi’nde görev aldı. 1924-25 kışında Shaoshan’a döndü. Orada bulunduğu sırada, Mayıs-Haziran 1925’te Şanghay’da yabancı polisin 30-40 Çinliyi öldürmesi üzerine başlayan köylü gösterile­rine tanık olunca, köylülerdeki devrimci gizilgücün farkına vardı. Bundan sonra, Kuomintang içinde çalışan başka komünist­lerle birlikte Hunan’daki köylüleri örgütle­meye başladı.

Komünistler ve Kuomintang

Hunan’da aranmaya başlayan Mao, Kuomintang’ın en güçlü olduğu merkez Guangzhou’a (Kan­ton) gitti. Ama bu kentsel ortamda bile artik daha çok kırsal bölgelerle ilgileniyor­du. Kuomintang’ın propaganda bölümünün başına geçti ve partinin yayın organını çıkarmaya başladı; Ocak 1926’da Kuomin­tang’ın II. Ulusal Kongresi’ne katıldı. Aynı zamanda, Kuomintang’ın himayesinde Guangzhou’da kurulun Köylü Hareketi Eğitim Enstitüsü’nün altıncı çalışma dönemini yö­netti. Sun Yat-sen’in ölümünden sonra Mart 1925’te Kuomintang’ın önderliğini ele geçiren Çan Kay-şek(*), hala “dünya devri­mi“nden söz edip Sovyet yardımından ya­rarlanmayı tasarlamakla birlikte, Mayıs 1926’da Kuomintang içinde önemli görev­lerde bulunan birçok komünisti uzaklaştırmaya  girişti. Mao ekim ayına değin Köylü Hareketi Eğitim Enstitüsü’ndeki görevinde kaldı ve komünistlerin konumunu pekiştire­cek genç kadroları eğitmeyi sürdürdü.

Çan Kay-şek Temmuz 1926’da Kuzey Se­feri olarak bilinen harekatı başlattı. Amacı, Pekin’deki tutucu hükümetin ve öbür yerel savaş ağalarının iktidarına son vererek ülke­yi kendi önderliği altında birleştirmekti. Kasımda bir kez daha Hunan’a dönen Mao, Ocak-Şubat 1927’de sürdürdüğü inceleme­lerden sonra, ilk özgün, karakteristik ku­ramsal çalışması kabul edilen “Hunan’daki Köylü Hareketi İle İlgili Araştırma Üzerine Rapor“u yazdı (Mart 1927). Bu makalesin­de, çok yakında yüz milyonlarca köylünün, ne kadar büyük olursa olsun hiçbir gücün durduramayacağı güçlü bir fırtına gibi, bir kasırga gibi, çok ani ve şiddetli bir biçimde ayaklanacağı” öngörüsünde bulundu. Bu öngörü, devrimin kısa sürede zafere ulaşa­madığı göz önüne alınırsa dar anlamda yanlış çıkmış sayılabilir. Çan Kay-şek, kent­lerdeki ve köylük alanlardaki mülk sahibi sınıflarla ittifak kurarak işçi ve köylü devri­mine karşı cephe aldı; nisanda kenti kendi­sine teslim eden Şanghay’lı işçilere karşı katliama girişti. Stalin’in devrimi Kuornin­tang’la birlikte sürdürme stratejisi de böyle­ce çöktü. ÇKP kentlerden silindi; köylük alanlarda da çok önemli kayıplar verdi. Ama daha geniş bir anlamda, Mao’nun öngörüsü yerindeydi. Ekim 1927’de Hu­nan’daki Güz Hasadı Ayaklanması‘ndan artakalan birkaç yüz köylü, Mao’nun ön­derliğinde, Jiangxi-Hunan sınır bölgesinde, Jinggang (Çinkang) Dağlarındaki bir üsse yerleşti. Mao köylük alanlarda yeni bir devrimci savaş başlatıyordu; bu mücadelede belirleyici rolü, silahsız kitleler değil, çeşitli dönüşümleri içinde Kızıl Ordu oynayacaktı. Gene de devrim, yüz milyonlarca Çinli köylünün büyük çoğunluğunun ÇKP’nin yönettiği silahlı mücadeleye destek verme­siyle başarıya ulaştı. Mao bu sayede, Sovyet Devrimi’nden farklı bir strateji izleyip uzun süreli iç savaşlarla köylük bölgelerden kent­leri adım adım kuşatmayı ve sonunda Çan Kay-şek’i ülke çapında yenilgiye uğratmayı başarabildi.

Çin Cumhuriyeti’nin ilk başkanı

 

 

İktidara giden yol

Mao’nun bundan sonra­ki 22 yılı, dört aşamada ele alınabilir;

Birinci Aşama

İlk üç yılda Mao ve ordunun başkomutanı Zhu De(*), kırsal alandaki üslere dayalı gerilla savaşı taktiklerini başarıyla geliştirdiler. Mao bu deneyimleri 1928-30 yıllarına ait “Çin’de Kızıl Siyasi iktidar Niçin Yaşayabi­lir?“, “Çinkang Dağlarındaki Mücadele” ve “Tek Bir Kıvılcım Bütün Bir Bozkırı Tutuş­turabilir” gibi ünlü yazılarında özetledi. Ama bu girişimler yalnız Şanghay’daki Merkez Komitesi ve Moskova’daki Komin­tern değil, Mao ve Zhu De tarafından bile, hala kentlerde yükselecek yeni bir devrimci dalgaya değin güç toplama eylemleri olarak kabul ediliyordu. Gerçekten de 1930 yazın­da Merkez Komitesi, bir işçi demminin kıvılcımını çakacağı umuduyla Kızıl Ordu’ nun, Çin’in ortagüney kesimindeki bazı kentleri işgal etmesi emrini verdi. Ama bu girişimin sürdürülmesi durumunda daha büyük kayıplar verileceğini gören Mao, emirlere karşı gelerek savaşı bıraktı ve güney Jiangxi’deki üsse döndü. Aynı yıl Mao’nun karısı Kuomintang tarafından idam edildi. Mao daha sonra, 1928’den beri birlikte olduğu He Zizhen’la evlendi.

 

İkinci Aşama

İkinci aşama (Jiangxi dönemi), Kasım 1931’de Mao’nun başkanlığında Çin Sovyet Cumhuriyeti’nin kurulması çevresinde odaklanır. Kentlerde Kuomintang’ın devlet aygıtı güçlü olduğu, devrim ise  az destek bulabildiği için Mao, nihai zafere ancak yavaş yavaş güçlenerek ve kırsal üs alanları­nı genişleterek ulaşılabileceğini daha açık görüyor, bunu alternatif bir strateji biçimin­de sistemleştiriyordu. Sovyet rejimi kısa sürede birkaç milyonluk bir nüfusu kontrol edebilir duruma geldi. Kızıl Ordu 200 bin kişilik bir güce ulaşmıştı ve Kuomintang’ın ilk dört “kuşatma ve yok etme” kampanya­sında, aktif savunma çizgisi uygulayıp hare­kat inisiyatifini elde tutarak, sayıca üstün birlikleri geri püskürtmüştü. Ama Alman danışmanların yönetiminde çok sistemli bir abluka biçiminde gelişen beşinci kampanya­da, Çan Kay-şek’in en seçkin birlikleri karşısında pasif savunmaya çekildi ve tutun­ma olasılığı zayıfladı. Ekim 1934’te Mao, Kızıl Ordu’nun büyük bölümüyle birlikte Jiangxi’deki üssü terk ederek, Çin’in kuzey­batısına doğru ünlü Uzun Yürüyüş’ü(*) başlattı. Bu yürüyüş sırasında, Ocak 1935’teki Zunyi Konferansı’nda partinin fiili önderi durumuna geldi.

Üçüncü Aşama

Yenan (Yan’an) dönemi­dir. Uzun Yürüyüş sonunda ancak 8 bin kişilik bir kuvvet, 1935 sonbaharında Çin’in kuzeybatısındaki Shaanxi eyaletine ulaşa­bildi. Bu dönem, Mao’nun partideki önderliğinin tartışılmaz bir biçimde güçlenmesini ve Mançurya’dan başlayarak Çin toprakları­m adım adım kemirmeye girişen Japonya’ya karşı Kuomintang ile yeni bir birleşik cep­henin kurulmasını kapsar. Ağustos 1935’te Komintern’in Moskova’daki VII. Kongre­si’nde, faşizme karşı birleşik cephe ilkesi kabul edildi. Mayıs 1936’da Çinli komünist­ler, ilk kez böyle bir cephenin, yalnız Milliyetçiler arasındaki muhalif unsurları değil, Çan Kay-şek’in kendisini de kapsaya­bileceğini kabul ettiler. Yenan ve çevresin­deki komünist egemenlik alanına bitişik kuşakta görev yapan Kuzeydoğu Çin askeri yöneticileri de komünistlere karşı iç savaşı inatla sürdürmektense Japonya’ya karşı anayurtlarını savunmak istiyorlardı. Bu yö­neticilerin kendilerini teftişe gelen Çan Kay-şek’i tutsak edip ÇKP ile görüşmeye zorladıkları Aralık 1936’daki Xi’an Olayı(*) birleşme sürecini hızlandırdı. Temmuz 1937’de bütün ülkeye yönelik asıl Japon işgali başladıktan kısa bir süre sonra, Eylül 1937’de birleşik cephe resmen ilan edildi.

Dördüncü Aşama

Resmi ÇKP tarihlerinin “Japonya’ya Karşı Direnme Savaşı Dönemi” diye adlandırdığı bu aşamada komünistler, oluşturmuş bulun­dukları düzenli ordunun büyük bölümünü yeniden küçük birimlere bölüp düşman hatlarının gerisine gönderdiler. Bu çekir­deklerin çevresinde büyüyen gerilla kuvvet­leri, işgal altındaki kentler ve ulaşım hatları arasında uzanan çok geniş kırsal alanlara fiilen egemen oldular. Sonuçta komünistler, Japonya teslim olduğunda askeri güçlerini yaklaşık 1 milyona çıkarmakla kalmadılar; aynı zamanda yaklaşık 90 milyonluk bir nüfus üzerinde, tabanda etkili bir siyasal denetim kurdular. Bu başarıda, yurtseverlik çağrılan kadar, birleşik cephe ölçüleri için­de biraz yumuşatılmış, ama temelde köylü­den yana toprak reformu politikaları da belirleyici rol oynadı.

1936-40 arasında Mao, zamanının önemli bölümünü düşünme ve yazmaya ayırabildi. Bu yıllarda Sovyetler Birliği’nde yayımlan­mış bazı felsefe kitaplarının çevirilerini okuyabildi ve diyalektik maddecilik üzeri­ne kendi görüşlerini yazıya geçirdi. Bunlar­dan en ünlüleri “Pratik Üzerine” ve “Çeliş­me Üzerine” adlı yazılarıdır. Ayrıca, geçmiş yıllardaki devrimci mücadeleyi değerlendi­ren ve devrimin birleşik cephe koşullarında nasıl sürdürülmesi gerektığine ilişkin dü­şüncelerini kapsayan önemli yapıtlar verdi. Askeri konularda ilkin, Aralık 1936’da yazdığı “Çin Devrimci Savaşında Strateji Meseleleri“nde, Jiangxi döneminin dersleri­ni özetledi ve kendi askeri çizgisini berrak­laştırdı. “Uzun Süreli Savaş Üzerine“de ve 1938 tarihli öteki yazılarda, bu kavramları Japonya’ya karşı savaşın sorunlarına uyarla­dı. Bu yıllara ilişkin genel perspektifini ise, önce, Kuomintang’a görece ılımlı yaklaşa­rak Japonya’yla savaşta ve savaşı izleyecek ulusal inşa döneminde öncü rol tanıdığı “Çin Komünist Partisi’nin Milli Savaştaki Rolü”nde (Kasım 1938) ortaya koydu. “Bir­leşik Cephe içinde Bağımsızlık ve inisiyatif Meselesi“nde (Kasım 1938) bazı düzeltme­ler yaptı. Durumun daha da  değişmesi üzerine, 1939-40 yazılarıyla, katılaşan bir tutumu yansıttı. Bu düşünsel evrim en açık anlatımım Ocak 1940 tarihli “Yeni Demok­rasi Üzerine“de buldu. Bu makalede Mao, Çin’in kurtuluş savaşını zafere ulaştırabile­cek, görece tutarlı “milli burjuvazi” önder­liğinin bulunmayışı sorununa değinip Türki­ye’nin Kemalist Devrimi ile de karşılaştırma yaptı; “Çin’in Kemal’i nerede?” sorusuyla Çan Kay-şek yönetimindeki Kuomintang’ın “komprador” karakterine dikkati çekerek, devrimi ancak ÇKP’nin tamamlayabileceği­ni belirtti. Mao’ya göre, ÇKP’nin önderliğindeki bir “yeni demokratik devrim” ola­rak Çin devrimi, uluslararası planda, em­peryalizme karşı mücadele veren dünya proleter sosyalist devriminin bir parçasıydı. İçeride ise ülke, Japonya’ya karşı birleşik cephe içinde yer alan partilerin ortak iktida­rı ile yönetilmeliydi. O an için ÇKP’nin hedefleriyle Kuomintang’ın hedefleri çakışı­yordu ve sosyalizm için acele edilmemeliy­di. Ama eninde sonunda, iktidar inisiyatifi­ni komünistlerin alması gerekecekti.

Mao 1939’da He Zizhen’dan boşanarak, o zaman da parti içinde huzursuzluk yaratan, Kültür Devrimi’nden sonra ise çok eleştiri­lecek olan üçüncü ve son evliliğini, tanınmış sinema oyuncusu Lan Ping’le (sonradan Jiang Qing) yaptı. Bu dönemde, birleşik cephe içinde Çin Komünist Partisi ile Kuo­mintang arasındaki önderlik mücadelesi, ÇKP’nin kendi içindeki güç mücadelesiyle birlikte yürüdü. Uzun bir süre Moskova’da kaldıktan sonra geri dönen Wang Ming ile, başlangıçta Mao’nun askeri ve siyasal ön­derliğini tanımayan Zhang Guotao(*), Kuo­mintang’a karşı aşırı teslimiyetçilikle suçla­nıyordu. Ama Mao’nun önderliğini kesin olarak güçlendirmesindeki temel etken, ilk kez Ekim 1938’de ortaya attığı, Marksizmin “Çinlileştirilmesi” sorunuydu. Bu, Marksizmin yalnızca Çin koşullarına değil, aynı zamanda Çinli zihniyetine ve kültürel gele­neklerine uygulanmasını kapsıyordu.

Mao sosyalizmin uygulanışını, partideki başka birçok önder gibi, Rusya’ya giderek birinci elden görmemişti. Gene bazı partili­ler gibi Marx ve Lenin’i kendi dillerinden okuyamıyordu. Ama Çin’i bildiğini ve anla­dığını rahatlıkla ileri sürebilirdi ve sürüyor­du. Ekim Devrimi deneyiminin sistemleşti­rilmesini merkez alan Komintern’in, Çin Devrimi’ne ilişkin kuramsal önerileri tekrar tekrar yanlış çıkmış; Mao’nun, bu doğrultu­daki siyasal ve örgütsel müdahalelere karşı da mücadele etmesi gerekmişti. Mao ile partinin Sovyet yönelimli kesimi arasındaki farklılıklar, 1942-43’teki Düzeltme Kampan­yası sırasında belirgin bir biçimde ortaya çıktı. Bu program, 1937’den beri genişle­mekte olan partiye giren binlerce yeni üyenin, Marksist kuram ve Leninist parti örgütlenmesi konularında eğitilmesini kap­sıyordu. Ama kampanyanın en az birincisi kadar önemli ikinci amacı, Mao’nun deyi­miyle “yabancı dogmatizmi“ni, yani Sovyet deneyimini gözü kapalı taklit etme ve Sovyetler Birliği’nden gelen talimatlara bo­yun eğme eğilimini ortadan kaldırmaktı. Bu kampanyanın tipik yazılarından bazıları, “Partinin Çalışma Tarzını Düzeltelim” ve “Basmakalıp Parti Yazılarına Karşı Çıka­lım” dır (her ikisi de Şubat 1942).

Mart 1943’te Mao parti başkanı oldu. Böylece partideki önder konumu ilk kez resmen onaylanmış oluyordu. Bundan kısa bir süre sonra, Düzeltme Kampanyası bir dönem, parti içinde Mao’ya karş olanların tasfiyesi biçimini aldı. Bu nedenle Sovyet sözcüleri Düzeltme Kampanyasını, Çin Ko­münist Partisi içinde “proleter enternasyo­nalizmi“ne (yani Moskova’ya) sadık kadro­ların temizlenmesi hareketi olarak suçladılar. Bu sırada Mao’nun köylük alanlardaki harekatı da dördüncü ve son aşamasına, resmi tanımıyla “Üçüncü Devrimci İç Savaş Dönemi“ne (1946-49) giriyordu. Japonya yenilgiye uğramış, Kuomintang’la birleşik cephe bozulmuş, nihai iktidar mücadelesi başlamıştı. Bu dönem 1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuç­landı. Çin-Sovyet çatışmasının çok sertleşti­ği 1962 yılında Mao şöyle diyordu: “1945’te Stalin, Çin’in devrim yapmasını önlemek istedi; iç savaşa girişmememizi ve Çan Kay-şek’le işbirliğini sürdürmemizi, aksi halde Çin milletinin yok olacağını söyledi. Ama biz onun söylediğini yapmadık. Dev­rim zafer kazandı. Devrimin zaferinden sonra ise Çin’in bir Yugoslavya olacağın­dan, benim de ikinci bir Tito haline gelece­ğimden endişe etti.” Bu anlatım, başka olgularla da doğrulanmaktaydı.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin oluşması

Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı olarak Mao, Aralık 1949’da Sovyetler Birli­ği’ne gitti. İki ay süren zorlu görüşmelerden sonra Stalin’i ikna etti ve Sovyetler Birliği ile Çin arasında, sınırlı ekonomik desteği de içeren bir karşılıklı dayanışma antlaşması imzaladı. Ama Çin, kendisine sağlanan olanakları ekonomik kalkınmasında kullan­maya fırsat bulamadan, Kore Savaşı’na girdi. Mao’ya göre Stalin, ancak Çin’in bu savaştaki, nükleer silah tekeline sahip ABD’ye karşı Sovyetlere kalkan olan tutumu sonucu, kendisine güven duymaya, Çin’in “Yugoslavya olmadığına” inanmaya başladı.

Moskova’yla olan bu gerilimlere karşın, ilk yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti, birçok ko­nuda Sovyetler Birliği’ni örnek aldı, hatta “taklit” etti. Mao’nun ve arkadaşlarının, gerilla savaşındaki, köylüleri seferber etme­deki ve kırsal alanda taban örgütlenmesin­deki engin deneyim ve özgün yaratıcılıkları­na karşılık, kentleri, karmaşık bir ekonomi­yi ve devleti yönetmede birinci elden bilgileri  yoktu. Bu koşullarda, 1953’te Sovyetler Birliği’nin rehberliğinde 1. Beş Yıllık Plan uygulamaya kondu. Bu plan, Sovyetlerden teknik yardımla birlikte bazı komple sanayi tesislerinin alınmasını da içeriyordu. Ama iki yıl içinde Mao’nun başlattığı bazı uygula­malar, giderek Moskova ile siyasi ve ideo­lojik bağların kopmasına yol açan sürecin ilk adımlan oldu.

Güney Kore’nin ilk cumhurbaşkanı

 

Mao’nun sosyalizmi

Mao 1949 ilkbaha­rında, Çin Devrimi’nin alışılagelenin tersine “kentlerin kırlardan kuşatılması“yla gerçek­leştirildiğini, ama gelecekte daha önce de­nenmiş yolu izleyeceğini, kentlerin köylük alanlara önderlik edeceğini ve yol göstere­ceğini söylemişti. Bu görüş doğrultusunda Mao, ancak ağır sanayinin makineleşmeyi gerçekleştirmek için gerekli araç gereci üretecek duruma gelmesinden sonra kolek­tifleştirmenin yapılabileceği konusunda, 1950’de Liu Shaoqi(*) ile görüş birliğine varmıştı. Temmuz 1955’teki bir raporunda ise, Çin’de toplumsal dönüşümün, teknik dönüşümün önünde gidebileceğini ilk kez ileri sürdü. Hiçbir destek almadan maddi koşullarını çok büyük ölçüde iyileştirdikleri­ni öne süren bazı kooperatiflerin en azından sınırlı ölçekteki bir deneyimi ifade eden iddialarına fazla önem veren Mao, bir zamanlar iktidar yolunda olduğu gibi bu sefer de sosyalizmin kuruluşu yolunda, köylülerin gizilgücünü keşfettiğini düşündü. Kırsal alanlardaki yoksul kitlelerin, hem doğayı, hem kendi toplumsal ilişkilerini, üretici güçlerin ve kültürün gelişme düze­yinden bağımsız olarak dönüştürme kapasi­tesinin sınırsızlığına inanmaya başladı. Bu­rada ekonomik etmenlere karşı öznel irade­nin vurgulanmasına dikkat çekenleri ise “Hunan Raporu” döneminde olduğu gibi, “köylüleri pis ve cahil diye küçümseyenler”, “alışkanlıklarına bağlı kocakarılar” olmakla suçladı. Bu eleştirileri parti organlan dışın­da, eyalet ve bölge parti sekreterlerinin bir toplantısında birdenbire ortaya attı ve böy­lece, kendine duyulan  kişisel güvenden yararlanarak bir kamuoyu coşkusu yaratıp önderlik içindeki şüphecileri oldu bittiye getirdi. Bu andan sonra Mao’nun sosyalist inşa konusundaki aceleci, sabırsız, Marksist terimlerle “sol” iradeciliği, gitgide artan biçimde, partinin kolektif karar mekaniz­malarının dışında, kendi çevresinde özel “karargah“lar ve bir “kişi kültü” inşa etme eğilimiyle el ele yürüyecekti.

Oysa Mao, Stalin’in kişi kültüne karşıydı. Mao Zedong ve arkadaşları Sovyetler Birli­ği Komünist Partisi’nin (KPSS) Şubat 1956’daki XX. Kongresi’nde Nikita S. Kruşçev’in Stalin’i suçlayan gizli konuşma­sından önce aydınları kazanmanın yollarını tartışıyorlardı. Nitekim nisan sonunda Mao, farklı fikirlere özgürlük anlamına gelen “yüz çiçek açsın” siyasetini açıkladı. Bu siyaset, Sovyetler Birliği’nde Stalin döne­minden beri süregelen baskıcı, boğucu orta­mın Çin’de yerleşmesini önlemeyi amaçlı­yordu. Mao, Macaristan ve Polonya’daki olaylardan sonra da, “burjuva liberalizmi” nin benzer sonuçlan Çin’de verebilece­ğinden endişe eden bazı parti yöneticileri­nin ısrarına karşın, bu özgürlükçü, bürokra­si karşıtı siyasetten vazgeçmedi. Hatta 1956-57 yıllarında, “On Başlıca ilişki Üzeri­ne” ve “Halk İçindeki Çelişmelerin Doğru Ele Alınması Üzerine” gibi bazı yazıların­da, Çin toplumunda artık antagonist olma­yan çelişmelerin hakim olduğunu savundu. Buna bağlı olarak, Stalin’i “sol”culuk açı­sından eleştirip daha yumuşak, daha ılımlı, daha evrimci bir ekonomik ve siyasi gelişme çizgisi önerdi. Ama bir süre sonra “büyük çiçekleniş” fazla gelişip partinin monolitik hakimiyetini sarsınca, Mao güvenini boşa çıkardığını düşündüğü aydınlara karşı yeni­den hücuma geçti. Bundan böyle, modern­leşme ve kalkınma aracı olarak, eğitim görmüş seçkinlere değil, tabanın yaratıcılı­ğına bel bağlayacaktı. “Kızıl olmak, uzman olmaktan iyi” idi. Eğer uzmanlar yeterince “kızıl” değillerse, köylük bölgelerde çalış­maya gönderilmek suretiyle yımiden şekil­lendirilebilirlerdi. Böylece, Mao’nun köy­lük bölgelerdeki kolektifleştirmeye ilişkin “sol” politikaları, aydınlara karşı “sol”cula­şan tavrıyla üst üste bindi.

Bütük Atılım

Mayıs 1958’de Büyük Atılım diye bilinen hareket bu zeminde başlatıldı. Gerçi Mao’ nun ekonomik stratejisi, 1960’larda ve 1970’lerde genel olarak ileri sürüldüğü kadar tek yanlı ve basit değildi ve Mao, nihai amaçlar olarak sanayileşme ve “teknik dev­rim” perspektifini hala koruyordu. Ne var ki, teknik gelişmenin ürünlerinin yozlaştırıcı etkilerinden de sürekli tedirginlik duyuyor, Jinggang Dağları ve Yenan dönemlerindeki saflığı ve eşitlikçiliği özlüyordu. Büyük Atılım stratejisinin bir parçası olarak “halk komünleri“nin kurulmasını desteklemesi, bu yönelimin mantıksal uzantısıdır. Ama sonuçta, 1955-56’da daha yeni kooperatif­leşmişken, 1956-57’de hızla sosyalist kolek­tiflerde örgütlenen köylüler, 1958’de bir kez daha alt üst oldular. Birkaç bin hanelik bu kocaman yeni sosyal birimleri çalıştıracak yeterli maddi-teknik kaynak ve yönetsel deneyim yoktu. Marksist teorideki ifadesiy­le, yeni üretim ilişkileri mevcut üretici güçler ve kültür düzeyinin çok ilerisinde bir zorlamayı ifade ediyordu. Komünler bir yana, sosyalist kolektif çiftlikler bile, birer ekonomik muhasebe ve bölüşüm birimi olarak işleyemedi. Sonuçta, kargaşa ve ekonomik çöküntü baş gösterdi.

1958-59 kışında Mao’nun kendisi de mülki­yetin komünlerde bir araya getirilen eski birimlere yeniden iadesi yoluyla kısmi bir ademi merkezileşmenin; ayrıca, sanayi ve tarımdaki aşırı yüksek üretim hedeflerinin düşürülmesi gibi başka bazı düzeltmelerin gerekliliğini kabul etme noktasına gelmişti. Bununla birlikte, Çin’in sosyalizm yoluna ilişkin kendi genel kavrayışının ana hatlarıy­la doğru olduğunda ısrarlıydı. ÇKP Merkez Komitesi’nin Temmuz-Ağustos 1959 tarihli Lushan Toplantısı’nda, o sırada savunma bakanı olan Kore Savaşı kahramanı Peng Dehuai(*), Büyük Atılım’ın aşırılıklarını ve yol açtığı ekonomik kayıpları eleştirdi. Peng bütün parti ve devlet görevlerinden derhal alındı ve Kültür Devrimi yıllarındaki ölümü­ne değin ev hapsinde tutuldu. Bu olaydan sonra Mao, politikalarının eleştirilmesini, cezalandırılmayı gerektiren bir suç gibi gören, tahammülsüz, keyfi ve katı bir yola girdi.

Geri çekilme ve karşı saldırı

Her ne kadar Lushan Toplantısı’nda pek az kişi açıkça Peng’den yana söz alıp konuşmaya cesaret edebildiyse de, üst düzey önderlik içinde pek çok kişinin içten içe Peng’e hak verdiği daha sonra  ortaya çıktı. Buna karşılık Mao, 1960’tan sonra Halk Kurtuluş Ordusu‘nda yeni bir güç merkezi oluşturmaya girişti. Yeni savunma bakanı Lin Biao(*) orduyu “Mao Zedong Düşüncesi için büyük bir okul” haline getirmeye koyuldu. Aşağı yukarı aynı sıralarda Mao, yalnızca Sovyet­ler Birliği’nde değil, doğrudan doğruya Çin’de de, devlet ve parti bürokrasisinin ayrıcalıklı katmanları ile teknoloji, kültür ve sanat alanlarındaki seçkinler içinden “yeni burjuva unsurlar“ın doğmakta oldu­ğundan söz etmeye başladı.

Mao’nun düşünüşünün, 1956-57 yazılarına ve kısa süreli “yüz çiçek” dönemine iyice zıt bir yola girmesinde dış etkenler de önemli rol oynadı. Kruşçev ile özellikle dış politika konularında belirginleşen anlaşmazlık, Sov­yetlerin Büyük Atılım politikalarına göster­dikleri tepkiyle daha da pekişti. Kruşçev 1960’ta Sovyet teknik yardımını kesti, uz­manlarını geri çekti ve birçok önemli tesisi bitirilmemiş durumda bıraktı. Sovyetler Birliği Çin’in Tayvan ve Hindistan’la ilgili sorunlarında Çin’e karşı bir tutum aldı.

Bu gergin ortamda, Büyük Atılım’ın zarar­larını gidermek amacıyla 1960’ların başla­rında izlenen bazı politikalar da, Mao’nun “revizyonizm“in Çin’de de ortaya çıkabile­ceği yolundaki korkusunu artırdı. 1959’da ÇHC devlet başkanı olarak Mao’nun yerine geçen Liu Shaoqi’nin, Deng Xiaoping’in ve ekonomik plancıların önerdiği çare, maddi dürtülerden yararlanmak, tarımda bireysel üretimin rolünü güçlendirmek oldu. Bu sıralarda, hatalardaki sorumluluğu yüzün­den parti içindeki konumu zayıflayan, kişi­sel iradesini parti organlarında dilediği gibi kabul ettiremeyen Mao, böyle önlemlerin gerekliliğini ilk başta istemeyerek kabullen­di. Ama 1962’nin ilk yarısında, ekonomik canlanma uğruna kullanılan yöntemlerin Büyük Atılım stratejisinin temelinde yatan anlayışın tümüyle reddi anlamına geldiği sonucuna vardı.

Bundan sonraki üç yıl boyunca Mao, esas olarak köylük bölgelerdeki Sosyalist Eğitim Hareketi aracılığıyla “yeni burjuva” unsur­lara karşı bir “sınıf mücadelesi” yürütmeyi denedi. Çin yönetimi içindeki büyük siyasal kavgalar da bu sorun etrafında gelişti. Mao’nun bir olasılıkla azınlıkta kaldığı Mer­kez Komitesi birlikte çalışamaz hale geldi; fiilen ayrı “karargah”lar oluştu. Köylülere kolektivizmin yüksek derecelerini kabul ettirmeyi amaçlayan Sosyalist Eğitim Hare­keti’nin gerektiği gibi uygulanmasının ken­dine muhalif üst kademelerce engellendi­ğinden yakınan Mao, 1964 sonunda Liu Shaoqi’den, “sınıf mücadelesi“ni parti için­deki “kapitalizm yolcuları“na (yani kendi kendine) yöneltmesini istedi. Liu Shaoqi bunu reddedince, Mao artık kesinlikle, “Çin’in Kruşçev’i” olarak gördüğü Liu’nun “gitmesi gerektiği” sonucuna vardı. Bu sonucu parti organlarında elde edemeyeceği için “Karargahı bombalayın!” sloganını attı ve rakiplerine karşı Kültür Devrimi olarak  bilinen topyekun hücumu başlattı.

1966-76 Çin Kültür Devrimi

Tam adıyla Büyük Proleter Kültür Devrimi olarak tanı­nan bu hareket, Mao’nun, 1942’den beri birçok kez yenilenen parti-içi düzeltme kampanyalarının ötesine geçerek, yozlaşma saydığı eğilimlere  daha kapsamlı bir çözüm bulma çabasını yansıtıyordu.

Pratikte bu, Mao’ya 1950’lerden beri mu­halefet eden unsurlara yönelik şiddetli bir temizlik hareketi anlamına geliyordu. Kül­tür Devrimi ÇKP’nin VIII. Merkez Komite­si’nin 16 Mayıs 1966 tarihli genelgesiyle başlatıldı. Gene Merkez Koınitesi’nin bir kararıyla, Mao’nun ölümünden bir ay son­ra, 1976 sonbaharında sona erdirildi. Bu niteliğiyle Kültür Devrimi, bürokratikleş­meyi hedef alan aşağıdan yukarıya bir kitle eylemi olınaktan çok, “burjuva liberalizmi” ne karşı merkezden yönlendirilen bir hare­keti ifade ediyordu.

Kültür Devrimi’ni yönlendiren merkezi çizginin belirlenmesinde, Çin Komünist Partisi ile Sovyetler Birliği Komünist Partisi arasında Kruşçev döneminde derinleşen ideolojik ayrılıklar önemli rol oynadı. Bu çatışmanın sertleşmesi ÇKP içindeki müca­deleyi de etkiledi. SSCB’de Stalin sonrası uygulamaları “kapitalizme geri dönüş” ola­rak değerlendiren Mao, Çin’in de aynı yola girmesini engellemek amacıyla “proletarya diktatörlüğü altında devrimin sürdürülme­si” olarak tanımlanan ünlü tezini ortaya attı ve Kültür Devrimi‘ni başlattı. Bu teze göre, “üretim araçları üzerindeki mülkiyetin sos­yalist dönüşümü esas olarak tamamlandık­tan sonra da, iki sınıf, iki yol ve iki çizgi arasındaki mücadele sürüyor“du. Dolayısıy­la “kapitalizme geri dönüş tehlikesinin mev­cut olduğu, sosyalizm tarihsel dönemi bo­yunca, proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme, sosyalist toplumun temel çelişkisi­ni” meydana getirecekti.

Burada, önemli bir düşünce değişimi söz konusuydu. Daha önce Stalin’i fazla “sol” bularak eleştiren Mao, 1956-57 yazılarında, Çiri toplumunda artık antagonist olmayan çelişkilerin egemen olduğunu savunuyordu. 1960’ların ortalarında ise, proletarya dikta­törlüğünün toplumu fazla baskı altında tutması sonucu kitlesel demokrasinin yok edilmesi ve devletçi bir yabancılaşmanın doğmasıyla kastlaşmanın ortaya çıkması gibi gözlem ve düşüncelerini bir yana bıra­lap bürokrasiye değil, “burjuva liberaliz­mi”ne, “parti ve devlet içinde yuvalanan kapitalizm yolcuları“na cephe almıştı. Kül­tür Devrimi bu “kapitalizm yolcuları“nı klasik Stalinciliğin doğrudan-devletçi yön­temleri yerine, daha kalıcı etkiler doğuraca­ğı umulan dolaylı-devletçi yöntemlerle, parti merkezince harekete geçirilen “kitle­sel devrimci şiddet”le ezmeyi hedefledi. Bu ise, gerçekte burjuvazisi olmayan, üretim ilişkileri içinde birbirine kilitlenmiş somut bir burjuvazi ile somut bir proletaryayı karşı karşıya getirmeyen bir toplumda, çok ince bir “doğru çizgi“den bütün “sapma“lara, her türlü siyasal ve ekonomik reform öneri­sine, her türlü eleştiriye, kültür ve sanat alanındaki çeşitlilik ve yaratıcılık özlemleri­ne, daha da ileri giderek doğrudan doğruya bireylerin ruhlarına yönelen, keyfi, dizgin­siz ve kapsamı sürekli genişleyen bir zor kullanımını, bir “topyekun” diktatörlüğü beraberinde getirdi.

Kültür Devrimi, bir süre sonra kargaşadan bıkan temel emekçi kitlelerin desteğini yitirdi ve parti içindeki bölünme süreci giderek hızlandı. 1970-71’deki darbe giri­şimleri başansızlığa uğrayan Lin Biao, yurt­dışına kaçarken uçağının düşmesi, sonucu öldü. Başbakan Zhou Enlai(*) 1971-72’de, Kültür Devrimi’nin değerleriyle 1966 önce­sindeki durum arasında yeni bir sentez yaratmaya çalıştı.  Bu amaçla sürgündeki Deng Xiaoping’i başbakan yardımcılığına geri getirdi. Ama “Dörtlü Çete“nin(*) sürekli saldırıları bu çözümü de olanaksız kıldı. Zhou Enlai’ın Ocak 1976’daki ölümü­nün ardından halkın yas tutması, Tianan­men Meydanı’nda aşırı sola karşı büyük bir kitle gösterisine dönüşünce, Mao hep kuş­kuyla baktığı Deng’i görevden almaya ikna edildi. Öte yandan Jiang Qing ve arkadaşla­rına da fazla inisiyatif tanımadı ve son çare olarak parti içindeki tayin edici yetkileri, Zhou Enlai’ın himayesinde yetişmiş, mer­kezci tutumuna güven duyduğu Hua Guofeng‘a(*) emanet etti.

Mao bu belirsiz ortamda öldü. Kişisel otoritesi sahneden çekilir çekilmez, Kültür Devrimi’ne duyulan büyük tepki içinde partinin merkez ve ılımlı kanatları hemen sol kanada karşı birleştiler. “Dörtlü Çete” hızla tasfiye edildi ama reaksiyon bu nokta­da da durmadı. Hua Guofeng’ın, Kültür Devrimi’ni sona erdirme, ama Mao’nun temel “teorik katkı“sını sorgulatmama tavrı iki yıl (1976-78) içinde giderek aşındı ve Deng Xiaoping’in görüşleri 1978’deki XI. Merkez Komitesi’nin III. Birleşik Oturu­mu’ndan başlayarak ÇKP içinde 1980’ler boyunca egemen hale geldi.

Mao’nun ÇKP tarafından resmen onaylan­mış, kolektif redaksiyondan geçirilerek ya­yımlanmış Seçme Eserler’inin eksiksiz bir çevirisinin (1975, 1976, 1976, 1977, 1978; 5 cilt) yanı sıra, Stuart R. Schram’ın, özellikle 1959 Lushan Toplantısı’na ve Kültür Devri­mi’nin hazırlanışı ile Lin Biao’nun devrilme­sine kadarki ilk yıllarına ışık tutan Mao Tsetung Unrehearsed (1974) derlemesi de, Yayınlanmamış Yazılar 1956-1971 (197.6, 1979) başlığıyla Türkçede yayımlanmıştır. Sovyet İktisadının Eleştirisi (1980) adlı bir başka derleme, Mao’nun, 1950’lerdeki oku­ma notları aracılığıyla, Stalin eleştirisinden Kruşçev eleştirisine evrimini yansıtır. Bu temel kaynaklar dışında, Seçme Eserler’in içinde yer alan pek çok makalesi, değişik çevirilerle, tek tek ve küçük derlemeler halinde yayımlanmıştır.

 

Total
0
Shares
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Previous Article

Mao Dun

Next Article

Maoculuk

Related Posts