Gabriel Marcel, ilk Fransız varoluşçu filozof kabul edilen, Fransız filozof, oyun yazarı ve eleştirmen (d. 7 Aralık 1889, Paris – ö. 8 Ekim 1973, Paris, Fransa).
Dört yaşındayken annesinin ani ölümü onun için çok ağır bir kayıp oldu. Böylece, ölüm ve geri getirilemeyecek şeylerin kaybı gibi konular çok erken yaşta ilgisini çekmeye başladı.
Yetişmesinde dinin hemen hiç etkisi olmadı. Babası dinden uzaklaşmış bir Katolikti; bu yüzden onu vaftiz bile ettirmedi. Güçlü bir kişiliği bulunan ve dindar olmayan Yahudi bir aileden gelen teyzesi (sonradan üvey annesi) liberal bir protestandı.
Çalışma alanları
Marcel’in çalışmaları üç çizgide gelişti: Müzik, oyun yazarlığı ve felsefe. Küçük yaştan başlayarak müzik dinlemek, çalmak ve beste yapmak, yaşamında önemli bir yer tuttu. Ruhsal gelişmesinde J. S. Bach ve Mozart gibi besteciler, Augustinus ve Pascal gibi ünlü dinsel yazarlardan çok daha etkili oldu. Besteci olarak en sevdiği tarz piyanoda doğaçlamalar yapmaktı. Bu, onun için yalnızca duygu ve izlenimlerini ifade biçimi değil, aynı zamanda aşkın bir gerçeklikle bütünleşmek anlamını taşıyordu. Marcel’in doğaçlamalarının pek azı kağıda dökülmüş ya da kaydedilmiştir. Ama 1945’ten sonra alışılmış anlamda bir besteci oldu ve Çharles Baudelaire’den Rainer Maria Rilke’ye kadar birçok şairin yapıtlarını besteledi.
Oyun yazarlığına da küçük yaşlarda başladı. Düşünde yarattığı kardeşleriyle diyaloglar uydurdu ve ilk oyununu sekiz yaşında yazdı. Ailesinde yaşanan sorunlar, oyunlarındaki birbirinin içine geçmiş ve bağdaştırılamaz özlemlerin, düş kırıklıklarının ve bütünüy,le bireysel nitelikteki çatışmaların canlı malzemesini oluşturdu. Müzik yapıtlarındaki aşkın bir uyumu yansıtabilıne çabasını oyunlarında insan yaşamının karmaşık ve tatsız yanlarının dramatik anlatımıyla tamamlıyordu. Bu temalar sonradan felsefi düşüncelerinin ana konularını oluşturacaktı.
Marcel La Grilce (Kayra), Le Palais de sable (Kumdan Kale), Le Coeur des autres (Başkalarının Kalbi) ve L’lconoclaste (İkonoklast) gibi ilk oyunlarında tinsel özgünlük ve sahtelik, bağlılık ve ihanet, kişisel ilişkilerdeki mutluluk ve düş kırıklığı gibi konuları işledi. Le Quatuor en fa diese (Fa Diyez Dörtlü) adlı yapıtında müziksel, dramatik ve felsefi yaklaşımlarının bütünlüğü temelinde yaşamları birbirine bağlı kişilerin karşılıklı ilişkilerini canlı biçimde ele aldı. Le Monde casse (Kırık Dünya) adlı oyununda acılarla karşılaştığı halde umudunu yitirmeyen çekici bir kadının anlamsız yaşamını ve ilişkilerini anlattı. En önemli felsefi denemelerinden biri olan Ontolojinin Gizleri Üzerine’yi de bu oyunun sonuna eklemişti.
Felsefi gelişimi
Gençliğinde en çok felsefeye ilgi duyan Marcel, 18 yaşında, “Schelling’in Felsefesi ile İlişkısi içinde Coleridge’in Metafizik Düşünceleri” konulu tezi hazırladı. Sorbonne’da felsefe eğitimi gördü. Daha sonra, ortaokul felsefe öğretmeni olmak için gerekli sınavları verdiği halde (1910) doktora tezini hiçbir zaman tamamlamadı. Geçimini daha çok yayınevi danışmanlığı, yayın yönetmenliği, yazarlık ve eleştirmenlikle kazanarak aralıklı olarak felsefe öğretmenliği yaptı.
Marcel için felsefe başlangıçta gündelik dünyayı aşmaya yönelik, büyük ölçüde soyut bir düşünme biçimi anlamına geliyordu. Ama zamanla, uzun süren bir araştırma döneminin sonucunda insanın özel yaşantısını derinleştirmeye ve yeniden kurmaya yönelik somut bir felsefe geliştirdi. Bu yöndeki düşüncelerini I. Dünya Savaşı sırasında Kızılhaç Örgütü adına kayıp askerlerin izini araştınrken olgunlaştırdı. Marcel kayıt fişlerinde yazılı bilgiler yerine, gerçek, ama görünmeyen kişileri (ya da varoluşlar) görmeye ve bu kişilerin yakınlarının acısını paylaşmaya başladı. Ayrıca telepati, geleceği görme, ruhlarla ilişki kurma gibi olası iletişim yollarıyla ilgili araştırmalara da girişerek bunlara “metapsişik” deneyler adını verdi. Dönemindeki felsefenin yaygın olarak benimsenmiş doğalcı ve maddeci çizgisinden kesin biçimde ayrıldı; felsefi görüşlerinin oluşmasında, alışılmış duyulara dayalı deneyimlerin ötesinde bir alanın varlığını varsayan bu çalışmalarının da önemli bir rolü oldu.
Başlangıçta felsefi düşüncelerini geleneksel deneme biçiminde dile getirmeye yönelen Marcel, sonradan felsefi çalışmalarının temelde bir araştırma niteliği taşıdığını ve filozofların sürekli bir arayış içinde olması gerektiğini düşünerek aşın didaktik bulduğu bu yazma biçiminden vazgeçti. Bunun yerine, felsefe defterlerini ve felsefi araştırmalarının günlük notları niteliğindeki Journal metaphysique (1914-23; Metafizik Günlük), daha kısa parçalardan oluşan ‘Etre et avoir (1935; Olmak ve Sahip Olmak) ve fresence et immortalite (1959; Bulunma ve Ölümsüzlük) gibi yapıtlarını yayıınladı. Ayrıca Homo viator’da (1945; Yolcu insan) olduğu gibi belirli konularda ve durumlarda kısa denemeler yazdı. Bunlarda ilk olarak çeşitli günlük notlarında ele aldığı ve 1940- 44 arasında Alman işgali altındaki Fransa’ nın özel ortamını yansıttığı sürgün, tııtsaklık, ayrılık, bağlılık ve umut gibi temaları daha da geliştirdi.
MÖ 95 – MÖ 55 yılları arasında yaşamış, Evrenin Yapısı adlı uzun şiiri ile tanınan Latin şair ve filozof
Marcel’in tinsel yaşamındaki en önemli olay, 23 Mart 1929’da Katolikliği benimsemesidir. Kişisel varoluşun ve inancın anlamı ve koşulları üzerine yıllarca süren felsefe araştırmalarının sonucunda böyle bir yolu seçmesi, onun genel inanç diye bir olgunun olmadığı ve kendisinin belli bir inancı seçmek zorunda olduğu sonucuna vardığını gösterir. Protestanlığın, temelde uyumsuz olan kişiliğine ve düşünsel özgürlük tutkusuna daha uygun görünmesine karşılık Katolikliği seçmesinin nedeni, bunu özel bir kilise kurumu ya da dışlayıcı bir dinsel tutum olarak değil, evrensel bir inanç olarak kavramasıdır. Bu önemli karardan sonra, çalışmalarını özel bir tinsel eğilimi benimsemiş, bağımsız bir düşünür olarak sürdürdü ve hiçbir zaman resmi Katolik felsefesinin bir sözcüsü gibi davranmadı. Ayrıca hem oyunlarında, hem de felsefesinde insan varoluşunun karanlık ve olumsuz yanlarını araştırmayı ve aydınlatmayı sürdürdü.
Temel konular ve yöntem
Marcel’in çağdaş felsefeye katkısı, yaygın felsefe anlayışlarınca felsefi irdelemeler için uygun olmadığı öne sürülen güven, bağlılık, söz vermek, tanıklık etmek, umut ve umutsuzluk gibi insan yaşantısının çeşitli alanlarını irdelemesi ve aydınlatması biçiminde ortaya çıkar. Bu konulan dikkat çekici bir düşünce gücü ve derin bir metafizik kavrayışla ele almıştır.
Gençlik dönemlerinden beri kullandığı temel kavram olan “katılma” (yani gerçeklik ile dolaysız bir bütünleşme) anlayışını zamanla geliştirerek kişinin ilkel düzeyde kendi bedeninin farkına varışından ve duyu algılarından insanlarla mutlak varlık arasındaki ilişkiye kadar her konuyu bu temelde açıklamaya çalışmıştır. Varlıklar arasında bu biçimde kavranan ilişki temelinde bir “ben” ile bir “sen” arasındaki, yani bir kişinin kendi bütünlüğü ile onun karşısında bulunanların tamamı arasındaki karşılıklı ilişki özünde bir diyalog niteliğindedir. “Ben” in karşısındaki de bir “nesne” değil, bir “varlık”, bir “gizemli varlık”tır. Böyle bir ilişki kişinin hem kendisi olmayana açılmaya hazır olmasını, yani hazırlıklı, ulaşılabilir olmasını ( disponibilite), hem de kendisini tam olarak vererek ilişkiye katılmasını, yani kendisini bağlayabilmesini gerektirir. Bunun tersi, kendini açarak bağlanmayı reddetmeyi, güven ve umut vermemeyi, olumsuzluğa eğilim göstermeyi belirtir ve çaresizliğe, giderek intihara ulaşır. Marcel için intihar, insan varoluşunun temel bir niteliğidir. İnsan, kendi varlığını onaylayabileceği gibi, onu reddedebilir; varlığa katılımını gerçekleştirebilir ya da boşa çıkarabilir.
Marcel düşünce ve anlatımında açık ve sezgiye önem veren bir yöntem kullanır. Belli terimlerin (umut, bağlılık, tanıklık gibi) anlamlarını irdelerken bunların ait olduğu gerçeklikleri ve insan durumlarını da ele alır. Bu terimlerin bağlandığı kişilerde (umut eden, bağlanan, tanıklık eden kişilerde) görülen zihin durumunu, dilsel anlatım biçimlerini ve tutum ile eylemleri belirtir. Somut eğretilemelerden yararlanır ve gerçek yaşam durumlarını örnek vererek, araştırdığı dile getirmesi güç deneyimleri ve gerçeklikleri açık bir biçimde ortaya koyar.
Marcel, kendine özgü bir biçimde 20. yüzyıl felsefesinde görülen önemli bir eğilimin, fenomenolojinin temsilcisi oldu. Edmund Husserl’den bağımsız olarak geliştirdiği sezgi yöntemi, bu felsefe anlayışının önemli bir örneğidir. Aynı biçimde, “ben””sen” ilişkisi konusundaki görüşleri bu konuyu ele almış olan Martin Buber’in çalışmalarından bağımsız olarak geliştirilmiştir. Varoluşçuluğa yakın konuları ele alışı da, Kierkegaard’ın yazılarını okumasından ve 20. yüzyıl ortasında gelişen varoluşçuluk modasından çok önceye rastlar. Marcel, “varoluşçuluk” teriminden hoşlanmadığı halde ilk Fransız fenomenologu ve ilk Fransız varoluşçusu olarak tanımlanabilir.