Maoculuk, 1920’lerden, öldüğü 1976’ya değin Mao Zedong‘un geliştirdiği devrim ideolojisi ve metodolojisinden oluşan öğreti.
Anlamı, Mao’nun Marksizm-Leninizme yaptığı düşünülen hangi katkıların ne ölçü ve ölçekte temel alındığına bağlı olarak bazı değişiklikler gösterir. Bugün, Mao’nun görüşlerine yakınlık duyan Marksistler arasında bile, doğrudan doğruya başvurulabilecek bir kavram olduğu tartışmalıdır. Öte yandan, 1960’lardan 1980’lere değin, Çin Sovyet çatışmasına ve çeşitli ülkelerdeki komünist akımlara yansıması sürecinde, karşıtları tarafından, çeşitli kötüleyici çağrışımlarla yüklü gevşek bir polemik sözcüğü olarak kullanılmıştır. Gerek içeriğini, gerek siyasal alanda kullanımını belirleyen etmenler, deyimin sınırlarının saptanmasındcı sorunlar yaratmaktadır.
Bir görüşe göre, Mao’nun gerçek katkılan Marksizmin(*) Çin koşullarına yaratıcı bir uygulanışından ibarettir. Dolayısıyla çok fazla evrenselleştirilmemeli, dogmatik ve sekter bir tarzda Marksizm-Leninizınin bütünsel yapısının karşısına dikilmemelidir. Sovyet Devrimi’nde siyasal iktidar, işçi sınıfını temel alan görece kısa süreli bir ayaklanmayla önce kentlerde ele geçirilmişti. 1920’lerden, başlayarak Komintern (Üçüncü Enternasyonal) bu anlamda “Ekim Devrimi’nin yolu“nu katı bir öğreti ve Leninizme bağlılığın ölçütü haline getirdi. Mao ise, Komintern’in müdahalelerine karşı koyarak, Çin Devrimi’nin pratiği içinde, köylülüğe dayalı ve uzun süreli bir gerilla savaşını benimsedi; kırsal alanlarda iktidarın önce parça parça ele geçirilmesi, böylece büyük kentlerin kuşatılması ve en sonunda ülke çapında iktidar aşamasına gelinmesi biçiminde, farklı bir çizgi izledi. Kuomintang’a karşı iç savaştan Japonya’ya karşı ulusal direnme savaşı aşamasına ve 1945-46’da yeniden iç savaşa geçişin gerektirdiği ikincil esneklik ve taktik ayarlamaları, bu temel yaklaşımın çevresine yerleştirdi. Böylece ana stratejisini, belli başlı taktiklerini ve oldukça ayrıntılı politikalarını oluşturmada tartışmasız başrolü oynadığı Çin Devrimi’nin 1949’daki zaferine önderlik etti. Kuomintang rejimini yıktı; köylüleri toprağa, ülkesini bağımsızlık ve egemenliğe kavuşturdu. Devrimden önce Çin toplumunda hüküm süren yoğun gerilik, baskı ve adaletsizlik ile Çin halkının büyük devletlerden gördüğü zorbalık ve aşağılanma düşünüldüğünde, Mao’nun başarısı çok büyüktü.
Bu görüş, daha çok Çin Devrimi’nin iktidar yolu aşamasında Mao’nun özgün katkılarına ağırlık verir; öteki Asya, Afrika ve Latin Amerika halkları için çıkarılabilecek “ders”leri ise, her şeyden önce bağımsızlık, yaratıcılık, ülkelennin özgüllüklerini kendi kendilerine çözümleme, kendi koşullarına uygun ve özgüçlerine dayanan bir mücadele çizgisi oluşturma noktalarında yöğünlaştirır.
Bu görüşün karşısında Çin Komünist Partisi‘nin(*) (ÇKP) 1958-76 dönemindeki sol kanadı ile 1960’larda ve 1970’lerde Moskova çizgisindeki geleneksel pcırtilerden ayrılarak kendilerini “Marksist-Leninist komünist” ya da “devrimci komünist” diye tanımlayan parti ve gruplar yer alır. Bunlar, Mao’nun katkılarına çok daha geniş bir anlam yüklediler. Bu kullanımda bir başlangıç noktası olarak, Mao’nun sosyalizmin kuruluşu aşamasına ilişkin görüş ve uygulamaları öne çıkarıldı. Örneğin, altpolitikalar düzeyinde, Mao’nun 1955’ten başlayarak savunduğu gibi, tanının kolektifleştirilmesi ve komünleştirilmesinin sanayileşmenin çok önünde gidebileceği kabul edildi. Bir adım daha atılarak, sosyalizm döneminin tümü boyunca proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf mücadelesinin temel alınması onaylandı. Bu çerçevede, Sovyetler Birliği ile öteki Doğu Avrupa ülkeleri bir “kapitalist restorasyon“un alanı sayıldı. Benzeri bir tehlikeye karşı yapıldığı gerekçesiyle haklı ve doğru bulunan Çin Kültür Devrimi(*) ise, 1871 Paris Komünü, 1917,Ekim Devrimi ve 1949’da Çin’in kendi kurtuluşu ile birlikte yeryüzünün “büyük proleter devrimleri” arasına katıldı. Bu anlayışı benimseyen akımların, Çin-Sovyet kutuplaşmasında tuttuğu saf, mutlaktı. Soyyetler Birliği’nin, günün koşullarını yanlış değerlendirmekten kaynaklanan bir “modern revizyonizm“i temsil ettiği için eleştirilmesinin de ötesinde, Mao Zedong Düşüncesi, “emperyalizmin toptan çöküşe gittiği, sosyalizmin bütün dünyada zafere ilerlediği çağ“ın yeni ve evrensel Marksizmi sayılıyordu. Buradaki topyekun taarruz düşüncesine, güçlü bir iradecilik eşlik ediyordu. Bu iradecilik, artık yalnızca sosyalizmin kuruluşu aşaması için değil, az gelişmiş ülkelerdeki devrim mücadelelen için de geçerliydi. Başka bir deyişle, tek tek yoksul halklar, ülkelerinin küçük mü büyük mü, merkezjleşmiş mi parçalanmış mı, parlamenter bir geleneğe mi sahip, yoksa işgal altında mı olduğuna bakmaksızın, silahlı mücadeleye atılabilirlerdi. Böylece bu mantık, kendi evrimi içinde (bir zamanlar Komintern’in Sovyet Devrimi deneyimini mutlaklaştırmasına benzer biçimde), Mao’nun Çin Devrimi’nin iktidar mücadelesi yıllarındaki katkılarını dogmalaştırıyor, bütün geri ülkeler için hazır bir reçete haline getiriyordu.
Çosan Hanedanı olarak da bilinen, Kore’nin en son ve en uzun ömürlü kraliyet hanedanı
1960’larda ve 1970’lerde Maoculuk deyimi, asıl anlamını, ikinci yaklaşımı benimseyen akım ve grupların öz bilincinde buldu. 1970’lerin ortalarından başlayarak dünya önemli değişikliklere sahne oldu. Çinhindi’nde ulusal kutuluş savaşları son buldu. 1976’da Mao öldü ve Kültür Devrimi sona erdirildi. Zamanla ÇKP, Mao’nun 1957 sonrası görüşlerinin kapsamlı bir eleştirisini yaptı. 1985’te Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov’un iktidara gelmesinden sonra Çin-Sovyet yakınlaşması başladı. Maocu akım Çin’de ve başka birçok ülkede pratik bir gerçeklik olmaktan çıktı. Özellikle Mao’nun düşünce ve mücadele yaşamının 1949 sonrası dönemi, sosyalizmin kuruluşuna ilişkin tezleri, bu tezlerin somutlandığı Büyük Atılım ve Kültür Devrimi deneyleri konularında olumsuz değerlendirmeler ağır bastı. Maoculuk deyimi, bir çeşit ilkelcilik, mutlak eşitlikçi ve ahlakçı bir sosyalizm, ekonomik ve kültürel geriliğin besleyebileceği değişim dürtüsüne fazla bel bağlanması, devrimin bütün aşamaları ve her çeşit ülke için köylülüğün öneminin abartılması, nesnel ekonomik etmenlere karşı öznel iradenin vurgulanması gibi anlamlarda kullanılmaya başladı. 1980’lerin sonlarına doğru Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği’nde piyasa ekonomisine geçiş süreçleri tek partili sosyalist rejimlerin yıkılmasıyla sonuçlanırken, kendisi de bir tür piyasa sosyalizmi deneyini sürdürmekte olan Çin yönetimi tek parti iktidarının birleştirici ideolojik malzemesi olarak Mao’nun düşüncelerine yeniden, saygınlık kazandırma çabasına girdi.