Manzara, peyzaj olarak da bilinen doğal görünümlerin betimlendiği resim türü. İlk örnekleri duvar resimlerinin yanı sıra kabartmalarda ve vazo resimlerinde de görülür.
Manzara tarihsel gelişimi içinde başlı başına bir tema (ana tema) olarak ele alınmaya başlamadan önce, uzun süre ana konuyu (figür ya da öykü) desteklemek amacıyla kullanıldı. Bunun için de resme tanımlayıcı bir öğe, dekoratif bir arka plan ve kompozisyonda yapısal bir öğe olarak ya da atmosferik etki yaratacak biçimde sokuluyordu.
Mezopotamya kabartmaları ve Mısır duvar resimlerinde çoğu kez savaş ya da törenlerin betimlendiği sahnelerde, figürün içinde bulunduğu mekanı tanımlamak için bir işaret ya da simge yetiyordu. Antik Çağda da aynı amaçla simgelerden yararlanılıyordu; meandr, eşmerkezli daire ya da halka gibi örgeler çoğu kez bitkisel örgelerin yerini tutuyordu. Bizans mozaiklerinde ya da ortaçağ yazmalarında da figürün içinde bulunduğu mekanı tanımlamak için tek bir ağaç, taş ya da benzeri bir öğe kullanılıyordu. 15. yüzyılda perspektif kuralları uygulanmaya başlayınca, tanımlayıcı simgeler yerlerini sürekli, hatta panoramik sayılabilecek görünümlere bıraktı. Jean Fouquet’ nin (y. 1415 – y. 1481) minyatürleri, Fra Angelico ve Fra Filippo Lippi’nin resimleri manzaranın kullanıldığı ilk örnekler oldu. Ama gene de asıl amaç, figürün içinde bulunduğu mekanı tanımlamaktı.
Manzaranın arka plan olarak kullanılmasındaki amaç da figürü desteklemekti. Bu durumda çoğu kez dekoratif bir nitelik taşıyan manzara figürlerle bütünleşmiyordu. İlk kez Yunan sanatında tanımlayıcı öğelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan arka planlar, önceleri son derece yalın bir kompozisyon düzenindeydi. Roma sanatında daha karmaşık doğal öğeler yanılsamacı bir etki yaratacak biçimde kullanıldı. 15. yüzyılın sonlarına doğru Ghirlandaio’nun freskleri ve altar panoları ile Botticelli’nin mitolojik konulu resimlerinde manzara arka planda dekoratif bir öğe oldu. Felemenk, Flaman ve Alman sanatında ise salt dekoratif amaçlı arka plan oluşturmak, hiçbir dönemde kendi başına bir amaç haline gelmedi. 16. yüzyıl sonunda ve 17. yüzyılda manzarayla atmosferik etki yaratma tutumu ağırlık kazandı. Buna bir tepki olarak 18. yüzyılda Watteau, Fragonard gibi Fransız ya -da Reynolds ve Lawrence gibi İngiliz ressamlar manzarayı yeniden dekoratif bir arka plan olarak kullandılar.
Kompozisyonun yapısal özelliklerini öne çıkaran ilk sanatçılar Perugino, Raffaello ve Tiziano idi. Bunlar resimlerinde ağaçların dikeyliğini, ufuk çizgisinin yataylığını ya da tepelerin kıvrımlarını figürü çerçeveleyen, onunla bütünleşmiş bir biçimde verdiler. Bu resimlerde manzaranın dekoratif işlevi ile yapısal işlevi dengelenmişti. 17. yüzyılda Fransa’da Poussin ve Claude Lorrain doğanın yapısal özelliklerini ön planda tutup figürü destekleyici öğe olarak kullandılar. Kuzeyli sanatçılar ise manzaranın yapısal özelliklerine de fazla ilgi göstermediler. 18. yüzyılda yeni-klasik akımla yeniden canlanan bu eğilim, 19. yüzyılın sonlarında izlenimciliğin(*) yayılmasıyla bütünüyle yok oldu. Ama sonra Paul Cezanne, Van Gogh ve Gauguin gibi ard izlenimcilerle bir kez daha önem kazandı. Bu sanatçılar güçlü fırça vuruşları ve renk kullanımlarıyla manzaranın yapısal niteliklerini vurguladılar.
Ana tema olarak ilk kez 16. yüzyılda ltalya’da Annibale Carracci’nin ele aldığı manzara 17. yüzyılda Kuzeyli sanatçıların· elinde en yetkin düzeyine ulaştı. Duygusal yorumdan uzak, tanımlayıcı, dekoratif ve yapısal özelliklerden arınarak başlı başına bir tür haline geldi. 19. yüzyılda doğalcılık(*) ve gerçekçilik(*) akımları içinde de µıanzara ana tema olma özelliğini korudu. İngiltere’de John Constable, Fransa’da ise Corot ve Barbizon okulu(*) sanatçıları doğayı gerçekçi bir bakış açısıyla işlediler.
Manzaranın belli bir atmosferik etki yaratmak için kullanıldığı resimlerle ana tema olduğu yapıtlar arasında aslında kesin bir ayrım yapmak oldukça güçtür. Ana tema olarak işlenen bir doğa görünümü de bazen atmosferik bir etkiyi yansıtabilir.
20. yüzyılda manzara, sanatçı ile konusu arasındaki duygusal ilişkinin tanımlandığı bir tür oldu. Bu dönemde ortaya çıkan çağdaş eğilimler arasında manzaraya öncelik tanıyan en önemli akım dışavurumculuk(*) oldu. Güçlü fırça vuruşlarının ve parlak, canlı renklerin yeğlendiği bu akım doğrultusundaki resimlerde doğanın ön plandaki figürlerle bütünleştiği görülür. Kübist sanatçılar soyutlamacı bir doğa anlayışı uygularken, gerçeküstücüler doğayı düşsel ve yer yer dehşet verici bir nitelikte ele almışlardır.
Uzakdoğu’da manzara, doğanın mistik güçleriyle iç içe geçmiştir. Bu türün Çin’de yetişen en büyük ustaları neredeyse bütün Uzakdoğu’yu etkileri altında tutmuşlardır. Çin’de özellikle Han döneminden (İÖ 206-1S 220) sonra ağırlık kazanan manzara resminin temel öğeleri dağlar, ağaçlar ve derelerdir. Daha bu dönemde Çinli ressamlar derinlik etkisi sağlayabilınek amacıyla figüre yer vermiş ve perspektif kurallarını araştırmışlardı. 11. yüzyıla gelindiğinde Çin resminde “uzak ve yakın” olarak tanımlaıian bir perspektif anlayışı yerleşmişti.
Çinde manzara resminin ana tema haline gelmesi Tang dönemine (618-907) rastlar. Bu dönemde doğa anlık izlenimlerin ya da duygusal yorumların dışında, değişmezliği ve sonsuzluğu vurgulanarak işlendi. En sık rastlanan tema bir bilge figürünün doğa içinde, dünyasal olaylardan uzak, düşünceye dalmış bir halde betimlenmesiydi. Figürler, insanın evren içindeki önemsizliğini vurgulamak amacıyla, küçük tutuluyordu. Bu dönemin ilk önemli manzara ressamları Li Sixun(*) ve Wang Wei‘dir.
Kuzey (960-1127) ve Güney (1127-1279) Song hanedanları döneminde Çin’de iki farklı manzara üslubu gelişti. Çizgi ile tonun karşıtlığını ön planda tutan ve sert, köşeli çizgilerle manzaranın yapısal özelliklerini vurgulayan Kuzey okulunun en önemli temsilcileri Fan Kuan(*), Li Tang(*) ve Guo Xi(*) idi. Güney okulu sanatçıları ise Kuzey’in çarpıcı etkilerinden uzak, bulutlu ve sisli bir atmosfer içinde doğanın gizemini yansıtmaya çalıştılar. Çizgileri yumuşak ve kıvrımlıydı. Ma Yuan(*) ve Xia Gui’nin(*) oluşturdukları Ma Xia okulu(*) sanatçıları Güney Song hanedanı döneminin en ünlü manzara resimlerini ürettiler. Daha sonra Zhe okulu(*) Ming döneminde (1368-1644) bu geleneği canlandırmakla birlikte, dekoratif öğelerin ağır bastığı manzaralar ortaya çıktı. Ming döneminde “amatör aydın ressamlar”dan (Wenren ressamları) Yuan Hanedanı’nın Dört Ustası(*), izlenimci yanı ağır basan manzaralar ürettiler, Bu ustaların üslubunu daha sonra 15. yüzyılın son yarısı ile 16. yüzyılın ilk yansında Wu okulu(*), 17. yüzyılda Anhui’li Dört Usta(*) ile Qing Hanedanı’nın Altı Ustası‘ndan(*) “Dört Wang’lar” olarak bilinen Wang Shi-min, Wang Jian, Wang Yuanqi ve Wang Hui(*) sürdürdüler. 18. ve 19. yüzyıllarda eklektik bir manzara anlayışı egemen oldu. 20. yüzyılda ise Çin sanatına Batı etkilerinin girmesiyle bir grup sanatçı yeni teknikleri uygulamaya başladı; bir grup da geleneksel teknikleri sürdürdü.
Japon resmi uzun süre Çin etkisinde kalmıştı. Ama Çinli ressamlar doğayı felsefi bir bakış açısıyla yorumlarken, Japonlar daha gerçekçi bir yaklaşımı yeğlediler. Japonya’da manzaranın arka plan olarak kullanılması ilk kez Ukiyo-e (Geçici Dünyadan Resimler) baskılarında oldu. Bu yeni türü Batı perspektif kurallarıyla ilk uygulayan ressam ise Hokusai(*) oldu. Ardından Hiroşige(*) manzara resminin Japonya’da yerleşmesinde etkin rol oynadı.
İslam minyatür sanatında doğa, stilize bir anlatım ve şematik bir düzenlemeyle mekanı tanımlamada ya da arka plan oluşturmada kullanılmıştı. 19. yüzyılda Batı tekniklerini kullanmaya başlayan ilk Osmanlı yağlıboya ressamları daha çok kartpostallardan çalıştılar. Türk resim tarihinde Primitifler” (ilkel sanat) olarak anılan bu ressamların manzaralarında yalın, hatta şematik bir anlatım ve durgun bir atmosfer egemendi. Çoğu kez manzara, içinde tarihsel yapıların yer aldığı bir mekan, yani dekoratif bir arka plan olarak kullanılıyordu. Açık havada çalışan ve manzarayı ana tema olarak işleyen ilk sanatçılar Şeker Ahmed Paşa, Hüseyin Zekai Paşa, Halil Paşa ve Hoca Ali Rıza gibi ressamlardı. Bu sanatçılar, okudukları askeri okullarda “menazır” (perspektif) dersleri almış ve resimlerinde bu konudaki kuralları uygulamışlardır. 20. yüzyılın başlarında İbrahim Çallı ya da 1914 Kuşağı olarak tanınan ressamlardan Hikmet Onat, Avni Lifij, Nazmi Ziya Güran, Sami Yetik, izlenimci bir anlayışla doğa görünümleri yapmışlardır.
Manzara resmine getirdiği lirik ve romantik yorumla kendisinden sonra gelen ressamları büyük ölçüde etkilemiş, en önemli Çinli manzara ressamı